
Seçimler: Bir Objektivist Perspektif
Orçun Koçak
Co-Founder & Director, Objectivist Network
Hayatımız öyle ya da böyle seçimlerle geçiyor. Değerler hiyerarşisi ile ilgili yazımda da bahsettiğim gibi, tüm hayatımızı ilgilendiren büyük ve bütünsel bir hiyerarşide dahi, her şey en nihayetinde 2 ya da 3 seçenek arasında yaptığımız nihai tercihlere bağlı. İş değiştirmek, evlenmek ya da boşanmak, başka bir ülkeye göç etmek konusunda doğru kararı almak yıllar alabilir, bunlar binler hatta on binlerce değişkene sahip karmaşık kararlardır. Fakat en nihayetinde sonuç evet ya da hayır, olmak ya da olmamak, yapmak ya da yapmamak kadar basittir. Siyaset de bundan çok farklı değildir, sınırsız değişkene sahip bir “oyun”da da nihai karar O ya da Bu’dur.
Lesser of Two Weevils (Bitlerin Küçüğü)
Master and Commander filminde çok sevdiğim bir sahne vardır. Film 18. yüzyılda geçen bir deniz yolculuğunu anlatır. O zamanlar tüm hamur işi ürünlerin böceklenmesine hala bir çözüm bulunamamıştır. Kaptan masadaki iki buğday bitini göstererek yanındakilere “Hangisini seçerdiniz?” diye sorar. Bir doktor biraz zorlamayla da olsa seçimini yapar ve daha büyük ve kuvvetli olan böceği seçeceğini söyler. Kaptan’ın cevabı “Hayır, her zaman daha küçük böceği (lesser of two weevils) seçmelisindir”. Lesser of two evils yani kötünün iyisi üzerine bu kelime oyunu, liberteryenler ve Objektivistler için siyasi tercihler konusunda maalesef bir düstur haline gelmiştir. Kötünün iyisi, böceğin azı, daha az böcek.
Rasyonel Seçimler
Amerikan siyasi sistemi kötünün iyisini seçmek zorunda kalmanın en önemli örneği. Bu sistem Trump-Clinton ve ardından Trump-Biden gibi kötünün marjinal iyisi ikilikleri ile ilk defa sıkışmadığı gibi bu durum muhtemelen tekrar etmeye devam edecek. Bazen seçenekler o kadar kötüleşir ki, rasyonel karar seçim yapmamak gibi görünebilir. Atalet bazı durumlarda iyidir. Türk siyasetinde ise durum biraz daha farklı. Siyasetin çoğu zaman -en azından yaşam tarzları için- ölüm kalım mücadelesi haline geldiği Orta Doğu’da apolitik bir pozisyon almanın çok olacağı aşikâr. Türkiye’de daha az kötüler konusunda daha fazla seçme şansımız varmış gibi görünse de aslında Amerikalılardan daha şanslı olmadığımız da son seçimlerde ortaya çıktı.
Rand Örneği
Kötünün iyisi mottosunun liberteryenler ve Objektivistlerin siyasi tercihleri konusunda bir temel taş haline geldiğini söylemiştik. Rand da bundan nasibini almış ve son seçimlerde kendimizi küçük böceği desteklemeye çocukça kaptırdığımızda yaşadığımız utancı dahi deneyimlemiş. Farklı çağlar, farklı sistemler, farklı böcekler de olsa Rand’ın bu konuda deneyimlerine bakmakta fayda var diye düşünüyorum.
1932 – Herbert Hoover, Franklin Roosevelt’e karşı
Başkan Hoover kendi döneminde vergileri artırmış ve “sanayi konferansları” adını verdiği toplantılar düzenlemişti; bu toplantılar New Deal’ın Ulusal Kurtarma İdaresi’ne bir tür ısınma turuydu. Franklin Roosevelt düşük vergiler, küçük hükümet ve Avrupa savaşlarından uzak durma platformunda kampanya yürüttü. Ayn Rand buna inandı ve Roosevelt’e oy verdi.
1940 – Wendell Willkie, Franklin Roosevelt’e karşı
Rand bu seçimlere o kadar önem veriyordu ki, Wendell Willkie’nin kampanyasında çalışmak için The Fountainhead’deki işini bıraktı. Willkie, New Deal kurumlarının özel sektörle rekabet etmesine karşı çıkıyordu. (Kendisi bir elektrik şirketinin başkanıydı ve ekonomik zorluklar sebebiyle Tennessee Valley Authority’ye santral satmak zorunda kalmıştı). Willkie ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmesine de karşıydı. Seçimlere kadar geçen üç ay boyunca Ayn Rand, New York’taki Willkie Kulüpleri için tam zamanlı olarak ücretsiz çalıştı. Kampanya ilerledikçe vaatlerinin karşılık alamadığını gören Willkie, FDR’yi taklit etmeye başladı. Rand daha sonra Willkie’ye olan desteğini, yaptığı en büyük hatalardan biri olarak anacaktı.
(Yenilgisinden kısa bir süre sonra Willkie, önceki görüşlerini tamamen tersine çevirdi ve Roosevelt’in müttefiki oldu).
1944 – Thomas Dewey, Franklin Roosevelt’e karşı
Kamuya açık bir açıklama mevcut değil, ancak görünüşe göre oy kullanmış ve bu nedenle neredeyse kesinlikle gangsterlerin peşine düşmesiyle tanınan eski bir New York savcısı olan ve valiyken vergileri düşüren Dewey’e oy vermiştir.
1948 – Thomas Dewey, Harry Truman’a karşı
Kamuya açık bir beyanı yoktur, ancak neredeyse kesin olarak Dewey’e oy vermiştir. Truman 1944’te Roosevelt’in başkan yardımcısıydı ve Roosevelt’in dördüncü dönemine birkaç ay kala ölmesi üzerine otomatik olarak başkan olmuştu.
1956 – Dwight Eisenhower, Adlai Stevenson’a karşı
Oylamada çekimser kaldı.
1964 – Barry Goldwater, Lyndon Johnson’a karşı
Barry Goldwater Cumhuriyetçi adaylık için yarışırken “Bir Öneri” (The Objectivist Newsletter, Ekim 1963) başlıklı yazısında şöyle yazmıştı
… şu anda Senatör Goldwater’ın desteklenmeye değer olduğu görülüyor… özellikle de iki partili hükümeti korumak için son şansımız olduğu için.
… Şu anda sahadaki en iyi aday o.
“Şu anda” vurgusunu Wendell Willkie fiyaskosunu göz önünde bulundurarak yapmış olabilir.
İstediği gibi, Goldwater Cumhuriyetçi adaylığı kazandı. “Bir Siyasi Aday Nasıl Yargılanır?” (TON Mart 1964) başlıklı yazısında Goldwater’ın başkan adaylığı üzerine şunları söylüyor
Eğer bir aday kaçamak yapıyor, ikircikli davranıyor ve duruşunu rastgele betonlardan oluşan bir hurda yığınının altına saklıyorsa, bu betonları toplamalı ve onu buna göre yargılamalıyız. Eğer duruşu karışıksa, bunu sorarak değerlendirmeliyiz: Özgürlüğü koruyacak mı yoksa son kalanını da yok edecek mi? Devletçiliğe doğru yürüyüşü hızlandıracak mı, geciktirecek mi yoksa durduracak mı?
Bu standarda göre, Barry Goldwater’ın neden bugün sahadaki en iyi aday olduğu anlaşılabilir.
Günümüzdeki gibi ahlaki bir çöküş çağında, güç uğruna güç peşinde koşan insanlar dünyanın her yerinde liderliğe yükselir ve birbiri ardına ülkeleri yok eder. Barry Goldwater’da güç tutkusu yoktur. Karşıtları bile bunu isteksiz bir saygıyla kabul ediyor. O, yönetmeye değil, ülkesini [yani bizim ülkemizi] özgürleştirmeye çalışıyor.
Goldwater’ın yenilgisinden kısa bir süre sonra verdiği bir röportajda:
Şu anda bile iki aday arasında Senatör Goldwater’ın açık ara en iyisi olduğunu söyleyebilirim. … serbest teşebbüsü savunmaya çalıştı ve onun için söylenebilecek en iyi şey de budur. Ancak daha önce de pek çok kez söylediğim gibi, siyasi kampanya bir ülkenin entelektüel durumunun ya da entelektüel eğiliminin nedeni değildir, siyasi kampanya nihai sonuçtur. Bir siyasi kampanyada, belirli bir toplumdaki siyasi ya da felsefi bilginin durumundan faydalanılır. Ve Senatör Goldwater’ın kampanyası, sadece seçmenlerin yaptığı seçimde değil, Senatör Goldwater’ın kampanyasını yürütme biçiminde de Amerika’daki siyasi bilginin feci durumunu mükemmel bir şekilde göstermiştir.
1976 – Gerald Ford, Jimmy Carter’a karşı
Cumhuriyetçi adaylığından önce ve sonra Ford’u destekledi, Carter’a şiddetle karşı çıktı- her ikisi de ekonomik nedenlerle. Ford “güç tutkusu ve herkesin hayatını yönetme arzusu belirtisi göstermiyor… günümüz siyasetinde alışılmadık bir değer.” (a.g.e.) 14 Mart 1978 tarihli özel bir mektupta Ford’un yeğeninden gelen bir mektuba cevap olarak: “Tüm politikalarına katılmasam da amcanı çok seviyorum. Umarım bir sonraki başkanlık seçimlerinde aday olur- ona tekrar oy vermekten mutluluk duyarım.”
(Ford, esas olarak Ronald Reagan’ın kendisini desteklememesi nedeniyle kaybetti).
Rand’ın iki adaya da duyduğu nefretle çekimser kaldığı seçimler de oldu, fakat çoğunlukla tavrı özgürlüklere daha az zarar verme potansiyeli olan “küçük böcekleri” desteklemek oldu.
Ya Bizim Buğday Bitleri
Konunun özüne dönersek, şehirli bir Ankara’lı olarak Mansur Yavaş’a oy vermek konusunda artıların pek az olduğunu itiraf etmek gerekir. Son genel seçimlerdeki saçma tavırlarını ve Türk-İslamcı ideolojisini bir kenara koysak bile Ankara’da yürüttüğü popülist ve kırsal odaklı politikaları kendisine oy vermemek için yeterli. Kırsalda yaptığı yatırımların ve dağıttığı yardımların, karşı tarafın seçmeninin içinde bulunduğumuz ekonomik krizi daha hafif atlatmasını sağladığını da göz önünde bulundurmak gerek. Ama yine de geldiğimiz nokta kötünün iyisi. “Eski” Türk-İslamcı, yeni CHP’nin ideolojisi her neyseci, en azından seküler bir aday mı, yoksa Keçiören’de A-Takımı gibi saçmalıklarla azınlıkta kalmış sekülerlere zulmedilmesine neden olan arazi mafyası bir İslamcı mı?
Yine Geldik Hiyerarşiye
Hayatta her zaman en iyi için çabalasak da bazen az iyiler ve az kötüler arasında karar vermek gerekiyor. 31 Mart seçimlerinin de maalesef bundan bir farkı yok. Biz bunun farkında olsak ve bundan şikayetçi olsak da Rand’da da gördüğümüz gibi özgürlükçüler için zaten 100 yıldır başka bir seçenek yok. Yerelde Ankaralı Milei, genelde de Türkiyeli Milei gelene kadar, küçük böcekleri seçmeye devam.