
Objektivizm Nedir?
Craig Biddle
Craig Biddle is editor in chief of The Objective Standard, director of education at Objective Standard Institute, and executive director of Prometheus Foundation. He is the author of several books, including Loving Life: The Morality of Self-Interest.
Günümüzde yaygın kanıya göre ahlaki, kültürel ve politik alternatiflerimiz ya seküler, rölativist solun fikirleriyle ya dini, mutlakiyetçi sağın fikirleriyle ya da ikisinin uzlaşılmış bir karışımıyla sınırlıdır. Başka bir deyişle birinin fikirleri ya aşırı “liberal” ya da aşırı “muhafazakâr” ya da ikisinin arasında bir yerdedir. Ayn Rand‘ın felsefesi Objektivizm, bu hatalı yaklaşımı reddeder ve tamamen farklı bir dünya görüşü sunar.
Objektivizm tamamen seküler ve mutlakiyetçidir; ne liberaldir, ne de muhafazakârdır, ne de ikisinin arasında bir yerdedir. Ahlaki ilkeleri rasyonel ve seküler (dünyevi) bir düzlemde temellendirir ve bu ahlaki temelde medeni ve özgür bir toplumu savunur.
Ahlaki olarak Objektivizm bağımsız düşünme, üretkenlik, adalet, dürüstlük ve sorumluluk gibi rasyonel kişisel çıkar erdemlerini savunur. Kültürel olarak Objektivizm bilimsel ilerlemeyi, endüstriyel ilerlemeyi, “ilerici” veya inanç temelli yerine nesnel eğitimi, romantik sanatı ve hepsinden önemlisi, tüm bu değerleri mümkün kılan yeti olan rasyonel düşünceye saygıyı savunur. Politik olarak Objektivizm bireysel hakların kurulu bir sosyal sistem ve sınırlı devletten oluşan laissez-faire kapitalizmini ve bu sistemin gerektirdiği ahlaki temelleri savunur.
Rand Objektivizmi “dünyada yaşamak için bir felsefe” olarak tanımladı. Dünyada yaşamak için bir felsefe kavramı Objektivizmin her ilkesinin “gerçekliğin” gözlemlenebilir hakikatlarından ve insan yaşamının ve mutluluğunun kanıtlanabilir gereksinimlerinden türetilmiş olmasını ifade eder.
Bir felsefi sistem olarak Objektivizm, gerçekliğin doğasına, insanın bilgi araçlarına, insanın doğasına ve hayatta kalma yöntemlerine uygun bir ahlaka, yine buna uygun bir sosyal sisteme, sanatın doğasına ve değerine ilişkin görüşleri içerir. Rand felsefesini Hayatın Kaynağı, Atlas Vazgeçti, İhtiyacımız Olan Felsefe, Bencilliğin Erdemi, Kapitalizm: Bilinmeyen İdeal ve Romantik Manifesto gibi birçok kurgu ve kurgu olmayan kitabında sundu.
Objektivizm felsefesi bırakın bir makaleyi, bir kitapta ele alınabilecekten çok daha fazla konuyu kapsar. Dahası ne ben ne de -Rand dışında- başka biri Objektivizm adına konuşamaz; bu felsefe, tam olarak onun eserlerinde ortaya konan felsefi ilkelerin bütünüdür. Bu nedenle okuduğunuz makale Objektivizmin temel esaslarının benim gördüğüm şekliyle bir özetidir. Bu makaledeki tüm hatalar bana aittir.
Gerçekliğin Doğası
Objektivizm gerçekliğin mutlak olduğunu, bir insanın umutları, korkuları veya arzuları ne olursa olsun, gerçeklerin gerçekler olduğunu savunur. Eğer hayatımızı yaşamamıza, değerlerimizin peşinden gitmemize ve haklarımızı korumamıza yarayacak düşünceler istiyorsak, bu düşünce ve fikirlerin gerçeklik ile tam uyum içinde olmaları gerekir.
Bu nedenle Objektivizm gerçekliğin kişisel görüş, toplumsal düşünce veya “ilahi kararlar” tarafından belirlendiği fikrini reddeder. Bir bireyin fikirleri veya inançları gerçeği oluşturmaz ve gerçekle ilgili hiçbir şeyi doğrudan değiştiremez. Ya gerçekliğin hakikatleriyle örtüşürler ya da örtüşmezler. Bir kişi güneşin dünyanın etrafında döndüğünü düşünebilir; bu gerçekliği değiştirmez.
Aynı şekilde bir toplumun veya kültürün kabul edilen fikirleri veya normları da gerçekliğin doğası üzerinde hiçbir etkiye sahip değildir; gerçekliğin hakikatleriyle ya uyuşurlar ya da uyuşmazlar. Bazı kültürler dünyanın düz olduğunu, köleliğin iyi olduğunu ve kadınların zihinsel olarak erkeklerden daha aşağıda olduğunu iddia edebilir. Bu tür inançlar, gerçekliğin doğasını değiştirmez; bununla çelişirler ve dolayısıyla yanlıştırlar.
Gerçeği yaratan ve kontrol eden “doğaüstü” bir sözde varlığa gelince, hiçbir delil veya akılcı argüman böyle bir şeyi desteklemez. Doğadaki şeyler ancak doğadaki şeylerin varlığına delil olabilir (örneğin fosil kayıtları evrime delildir); “doğa dışı”, “doğaüstü” veya “doğa-ötesi” şeylerin varlığına kanıt olamazlar. Doğa her şeydir; var olanın tamamıdır. Doğanın dışında olan bir şey “varoluşun dışında” olur, yani var olmaz. Doğa, “doğaüstü”nün varlığına kanıt değildir. “Doğaüstü” bir varlığın varlığına dair hiçbir kanıt yoktur, sadece onun var olduğunu söyleyen kitaplar, gelenekler ve insanlar vardır. Kanıtsız iddialar, geleneğe ve otoriteye başvuru safsataları rasyonel argümanlar değildir. Bunlar klasik mantık hatalarıdır.
Ne bireysel inançlar ne yaygın mutabakat ne de “doğaüstü” bir varlığın iradesi dünyanın doğası üzerinde herhangi bir etkiye sahip değildir. Gerçeklik, bilinç tarafından yaratılmaz veya kontrol edilmez. Gerçeklik sadece vardır. Varoluş sadece vardır ve onun içindeki her şey belirli bir şeydir; her şey neyse odur ve ancak kimliğine (Identity) göre hareket edebilir. Gül bir güldür; çiçek açabilir, konuşamaz. Diktatörlük bir diktatörlüktür; hayatı yok eder, hayatı yüceltemez. İnanç, inançtır (kanıt yokluğunda fikirlerin kabulüdür); temelsiz inançlara yol açar, bilgi sağlayamaz.
Bu noktanın pratik önemi şudur: Eğer insanlar bilgi edinme, servet biriktirme, mutluluğa ulaşma, özgürlüğü tesis etme ve sürdürme gibi amaçlarına ulaşmak istiyorlarsa, gerçekliğin doğasını tanımaları ve benimsemeleri gerekir. Gerçeklik arzularımıza boyun eğmez; onun yasalarına uymalıyız. Eğer bilgi istiyorsak gerçeği gözlemlemeli ve düşünmeliyiz; zenginlik istiyorsak, onu üretmeliyiz; hayattan zevk almak istiyorsak buna göre düşünmeli, planlamalı ve hareket etmeliyiz; özgürlük istiyorsak, onu sağlayan koşulları anlamalı ve bu koşulları sağlamak için harekete geçmeliyiz. Bu amaçlara iyi dileklerle, oy vererek ya da dua ederek ulaşamayız.
İnsanın Bilgi Edinme Araçları
Objektivizm aklın, yani gözlem ve mantık yoluyla işleyen yetinin insanın bilgi aracı olduğunu savunur. İnsan gerçeği beş duyusuyla algılayarak, algıladıklarına göre kavram ve ilkeler oluşturarak, fikirlerinin gerçeklikle tutarlılığını kontrol ederek ve düşüncesinde keşfettiği çelişkileri düzelterek bilgi edinir. Bilim adamları tarımın ilkelerinden atomların varlığına ve DNA’nın yapısına kadar çeşitli alanlardaki gerçekleri bu şekilde keşfeder; mucitler ve mühendisler, otomobillerden kalp pompalarına ve MP3 çalarlara kadar, yaşam kalitesini artıran makineleri ve cihazları bu şekilde tasarlar; işadamları buzdolaplarından filmlere ve kablosuz internet erişimine kadar mal ve hizmetleri bu şekilde üretir ve sunar; doktorlar çocuk felcinden orak hücreli anemiye ve meme kanserine kadar hastalıkları bu şekilde teşhis edip iyileştirirler (veya tedavi ederler); çocuklar dili, matematiği ve görgü kurallarını bu şekilde öğrenirler; filozoflar evrenin doğasını, insanın doğasını ve ahlak, politika ve estetiğin ilkelerini bu şekilde keşfederler. Herkes dünyayı, kendisini ve ihtiyaçlarını akıl yoluyla keşfeder. Bireyin ve tüm insanlığın bilgisi, algısal gözlemin ve bundan mantıksal çıkarımın bir ürünüdür.
Bu nedenle Objektivizm bilginin duyu-dışı ve rasyonel olmayan yollarla (inanç, sezgi, altıncı his veya diğer herhangi bir “sadece bilme” biçimi gibi) edinilebileceği fikri olan mistisizmin tüm biçimlerini reddeder. Objektivizm aynı şekilde kuşkuculuk; yani bilginin imkânsız olduğu ve hiçbir şekilde elde edilemeyeceği fikrini de reddeder. İnsan açıkça bilgi edinebilir, edindi ve edinmeye devam ediyor; bu, insanlığın başardığı ve sahip olduğu şeylerden bellidir.
Kısacası insanın bir bilgi aracı vardır; bu akıldır ve yalnızca akıldır. İnsanlar neyin gerçek, iyi veya doğru olduğunu bilmek istiyorlarsa, gerçekliği gözlemlemeli ve akıllarını kullanmalıdırlar.
İnsan Doğası ve Hayatta Kalma Araçları
Objektivizm insanın özgür iradeye (düşünme ya da düşünmeme, aklı kullanma ya da kullanmama, gerçeklere ya da duygulara göre karar verme yeteneğine) sahip olduğunu savunur. Bir kişi aklını kullanmak zorunda değildir, bu onun seçimidir. Bireyin seçimi ne olursa olsun bu insanın rasyonel hayvan olduğu gerçeğini değiştirmez; akıl onun tek bilgi aracıdır ve bu nedenle hayatta kalmasının temel aracıdır. Aklını kullanmayı reddeden bir insan yaşayamaz ve gelişemez.
İnsan gerçeği gözlemleyerek, şeylerin doğasını tanımlayarak, nedensel ilişkileri keşfederek ve yaşamak için ihtiyaç duyduğu şeyleri üretmek için gerekli mantıksal bağlantıları yaparak hayatta kalır. Bir kişi aklı kullanmayı seçtiği sürece, hayatta kalmak ve mutluluk için ihtiyaç duyduğu bilgileri yani yemek, barınak, tıbbi bakım, sanat, eğlence, romantizm ve özgürlük gibi şeyleri tanımlayabilir ve elde edebilir. Kişi, aklı kullanmamayı tercih ettiğinde bu gereklilikleri belirleyemez veya elde edemez. Ya ölür ya da aklı kullanmayı seçenlerin sırtında asalak bir şekilde hayatta kalır. Her halükârda akıl insanın hayatta kalmasının temel aracıdır ve özgür irade yani aklı kullanıp kullanmama seçimi onun doğasının özünü oluşturur.
Bu nedenle Objektivizm insanın doğası gereği yozlaşmış yani ahlaksız veya barbar olduğu fikrini (“İlk Günah” konseptini veya Hobbes’un insanın bir vahşi olduğu görüşünü) reddeder. Objektivizm insanın hiçbir doğası olmadığı, onun karakterinin tamamıyla yetiştirme veya ekonomik koşullar gibi sosyal baskıların sonucu olduğu (insanın “boş bir sayfa” olduğuna dair modern çarpık yorumu) da reddeder. Bir kişinin karakteri ne doğası gereği kötüdür ne de sosyal yapının ürünüdür; daha ziyade onun seçimlerinin bir sonucudur. Bir birey gerçeklerle yüzleşmeyi, rasyonel düşünmeyi, üretken olmayı vb. seçerse ve böylece iyi bir karakter geliştirirse, bu onun başarısıdır. Birey gerçeklerle yüzleşmemeyi, düşünmemeyi, üretmemeyi vb. seçerse ve bu nedenle kötü bir karakter geliştirirse, bu onun hatasıdır.
İnsanın özgür iradesi vardır ve bu gerçek, onun seçimlerine ve eylemlerine rehberlik edecek bir değerler kodu yani ahlak ihtiyacını doğuran şeydir.
Doğru Düzgün bir Ahlâk
Objektivizm ahlakın amacının, insanlara dünyada yaşamaları ve mutluluğa ulaşmaları için ilkeli bir rehberlik sağlamak olduğunu savunur. Ahlaki değerin standardı doğası gereği ortaya çıkan, hayatın gerçek gereksinimleri yani insanın yaşamıdır. İnsanlar her birinin kendi bedeni, kendi zihni, kendi yaşamı olan bireyler olduğu için bu standart faydacı bir kolektifte çarklar olarak görülen insanlara değil, kendine özgü bireylere ilişkindir. Bu ilkeye göre iyi, bireyin yaşamını destekleyen ya da geliştiren şeydir; kötü ise bireyin yaşamını baskılayan veya yok eden şeydir. Ahlaklı olmak kişinin yaşamını sürdürmek ve ilerletmek için gerekli eylemleri gerçekleştirmesidir; rasyonel düşünmek ve geleceği planlamak, dürüst ve doğru olmak, mal veya hizmet üretmek ve bunları başkalarıyla takas etmek, insanları (ilgili koşullara göre) rasyonel olarak yargılamak ve onlara uygun şekilde davranmak vb. Kısacası Objektivizm, ahlaki olmanın rasyonel olarak bencil veya egoist olmaktan ibaret olduğunu savunur.
Objektivizmin merkezinde yer alan rasyonel egoizm, her bireyin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini ve kendi ahlaki eylemlerinden doğrudan yararlanması gerektiğini savunur. Bu ilke, insanların yaşamak için çıkarları doğrultusunda hareket etmeleri zorunluluğu ve bu hareketlerin sonuçlarından istifade etmeleri ilkesidir. İnsan hayatı egoizm gerektirir. (“Akılcı egoizm” ve “egoizm”i, yazının devamında netleşecek nedenlerden dolayı birbirinin yerine kullanıyorum.)
Bu nedenle Objektivizm, altruizm ahlakını yani ahlaklı olmanın özveriyle başkalarına (Yoksullara, “ortak iyi”ye, “tabiat ana”ya veya “Tanrı”ya) hizmet etmekten ibaret olduğu fikrini reddeder. Objektivizm aynı zamanda bireyin kendi sözde çıkarları için başkalarını feda etmesinin, onun yaşamını yüceltebileceği ve mutluluğunu artırabileceği fikrini de reddeder. Ve Objektivizm hedonizmi yani ahlaklı olmanın insana zevk veren herhangi bir şekilde davranmaktan (ya da yapmak istediği her şeyi yapmaktan) ibaret olduğu fikrini, reddeder.
Önce altruizmi ele alalım.
Altruizm yaygın kanının aksine “insanlara iyi davranma” ya da “başkaları için bir şeyler yapma” ahlakı değildir; kendini feda etme ahlakıdır yani kişinin kendi yaşam değeri olan değerler pahasına başkalarına hizmet etmesidir. Altruizmin temel ilkesi, bir eylemin ahlaki olması için fedakâr olması gerektiğidir: Bir kişi fedakâr davrandığı sürece ahlaklıdır, fedakâr olmadığı sürece ahlaksızdır. Hiçbir kazancı olmadan bir değerinden vazgeçiyorsa kişi ahlaklıdır; bir eylemden bir şey kazanıyorsa ahlaklı değildir. Örneğin gönüllü bir sosyal hizmet görevlisi zamanını ve emeğini hiçbir şey karşılığında feda ediyorsa ahlaklı davranmaktadır. Bir yazılımcı insanların sevdiği bir ürün yaratır ve kâr amacıyla onlarla bu ürünü takas ederse, ahlaklı değildir. Altruizm böyle diyor. Egoizm ise böyle demiyor.
Yine yaygın olarak yanlış anlaşılan egoizm, “istediğini elde etmek için insanları sırtından bıçaklama” ya da “kişinin dizginsiz arzularına göre hareket etmesi” değildir. Bunlar insanların tek alternatifin olduğuna inanmalarını isteyen fedakârlık şakşakçıları tarafından üretilen egoizm karikatürleridir. Ya kendinizi feda edin ya başkalarını. Objektivizme göre alternatiflerimiz bunlar değildir.
Egoizm, fedakârlık yapmama ahlakıdır hem kendini feda etmeyi hem de başkalarını kendimiz için feda etmeyi ilke olarak reddeder. Ahlaklı olmanın ne kendini başkalarına feda etme ne de başkalarını kendine feda etmeksizin, rasyonel olarak yaşamı yücelten değerlere sahip olmaktan ibaret olduğunu savunur.
Egoizm fedakârlık yapmama ilkesini, yani kişinin daha küçük bir değer uğruna daha büyük bir değerden asla vazgeçmemesi gerektiği fikrini destekler. Bu ilke, kişinin yaşamının ve mutluluğunun gereklerinden vazgeçmesinin yaşamına ve mutluluğuna aykırı olduğunun kabulüdür. Elbette yaşam, insanların daha büyük değerler uğruna düzenli olarak daha düşük değerlerden vazgeçmesini gerektirir; ancak bunlar kazançtır, fedakârlık değil. Fedakârlık, kişinin yaşamı ve mutluluğu için daha az önemli olan bir şey uğruna yaşamı ve mutluluğu için daha önemli olan bir şeyden vazgeçmesidir; dolayısıyla net bir kayıpla sonuçlanır.
Yaşamak için insanlar değerin peşinden gitmelidir, değerden vazgeçmemelidir. İşte bu sebeple egoizme göre bir kişi kendi hayatını adadığı değerlerini sürdürdüğü ve onları feda etmeyi reddettiği sürece ahlaki olarak hareket eder; feda ediyorsa, ahlaklı değildir. Değerler üretiyorsa ve bunları başkalarıyla kâr amacıyla (maddi veya manevi olsun) takas ediyorsa ahlaklıdır ve yaşamının ve mutluluğunun gerektirdiği değerlere sahip olur. Değerlerini (ne maddi ne de manevi) hiçbir kazanç elde etmeden verirse, ahlaksız olur; yaşamının ve mutluluğunun gerektirdiği değerlerden vazgeçer.
Bu nedenle ürettiği ürünü başkalarıyla kâr amacıyla takas eden bir yazılım geliştiricisi ahlaklıdır. Vaktini ve emeğini boş yere harcayan gönüllü bir sosyal hizmet uzmanı ise ahlaksızdır. Aynı şekilde, çocuğunun eğitimine yeni bir spor arabadan daha çok değer veren ve eğitimin bedelini ödemek için arabadan vazgeçen bir ebeveyn ahlaklıdır; eğitime arabadan daha çok değer veren ama araba almak için eğitim masraflarını ödemeyen bir ebeveyn ahlaksızdır. Benzer şekilde özgürlüksüz bir hayatın yaşanmaya değmediği gerekçesiyle özgürlük için savaşan bir asker (“Ya özgürlük ya ölüm!”) ahlaklıdır; sözde “doğaüstü” bir varlığın emirlerine itaat ederek savaşan kişi ise ahlaksızdır. Ve niceleri!
Kazanç için değerlerden vazgeçmek ve değerlerden boşu boşuna vazgeçmek arasında muazzam bir fark vardır. Egoizm ilkini savunur, altruizm ise ikincisini.
Egoizm, dünyadaki insan yaşamının gereksinimlerine dayanır ve bunlardan türetilmiştir; bu nedenle insanlar, eğer yaşamak ve hayatlarını en iyi şekilde değerlendirmek istiyorlarsa, egoizmi tutarlı bir şekilde uygulayabilir ve uygulamalıdır. Altruizm tutarlı bir şekilde uygulanamaz. Altruizm ahlakını kabul eden bir kişi hayatta kalabilmek için ahlak-dışı davranmak zorundadır; örneğin karnını doyurabilmesi için bencilce maaş alması gerekir.
Yiyecek, barınma, giyim, tıbbi bakım, otomobil ve bilgisayar gibi maddi değerlerden bilgi, özsaygı, sanat, dostluk, romantik aşk ve özgürlük gibi manevi değerlere kadar insan yaşamının ve mutluluğunun bağlı olduğu birçok değer göz önüne alındığında, insanoğlu seçim yaparken ve eylemde bulunurken rehberliğe ihtiyaç duyar. Bu rehberlik de insanın mutlu bir yaşama ulaşması için gerekli ahlaki ilkelerdir. Bu ihtiyaca yanıt olarak egoizm tek amacı insana nasıl yaşayacağını ve hayattan nasıl keyif alacağını öğretmek olan bütünleşik, çelişkili olmayan ilkeler sistemini sağlar. Aynı ihtiyaca cevap olarak altruizm şöyle der: Bencil olmayın; değerlerinizi feda edin, ihtiyaçlarınızdan vazgeçin. İnsanlar yaşamak ve mutlu olmak istiyorsa yapmaları gereken seçim apaçık ortadadır.
Altruizm kişinin hayatı için iyi değildir. Kabul edilir ve tutarlı bir şekilde uygulanırsa ölüme yol açar. İsa’nın yaptığı buydu. Tutarsız bir şekilde kabul edilir ve uygulanırsa, kişinin hayatına zarar verir ve suçluluk duygusuna yol açar. Çoğu altruistin yaşamı bu şekildedir. Bir altruist, ahlakından (ufak tefek ahlaksızlıklar yaptığı sürece) ölmeyebilir ama tam olarak yaşayamaz da. İnsan, yaşamın ve mutluluğunun gereklerine aykırı davrandığı sürece hayatın tadını çıkaramaz; her insan için mümkün olan mutluluğu elde edemez.
Egoizm insan hayatı için iyidir. Kabul edilir ve tutarlı bir şekilde uygulanırsa mutlu bir hayatın yolunu açar. Peki kabul edilir ve tutarsız bir şekilde uygulanırsa? Tutarsız uygulanması için hiçbir neden yoktur. Neden mutlu bir hayat yaşamayasınız? Neden fedakârlık yapasınız? Ne gereği var ki? Tüm felsefe tarihinde bu soruya verilen rasyonel cevapların sayısı tam olarak sıfırdır.
Kendini feda edecek şekilde davranmanın bir sebebi yoktur, bu yüzden kimse de buna dair mantıklı bir argüman sunamamıştır. Başkasını feda etmenin de rasyonel bir izahı yoktur, bu yüzden kimse buna da sebep sunamamıştır.
Yırtıcılık (kişinin sözde kendi çıkarları için başkalarını feda etmesi) bireyin, altruizmden daha fazla çıkarına değildir. Mutluluk dünyadaki her şey gibi belirli bir şeydir; bir doğası vardır. Mutluluk; akılcı, hayata dair değerlere sahip olmaktan doğan zihin durumudur. Gerçek mutluluk değerlere ulaşmaktan gelir, onları çalmaktan değil; akılcı düşünmekten ve üretken olmaktan gelir, zihninden vazgeçmekten ve başkalarının düşünce ve çabalarına parazit olmaktan değil; romantizm ve tutkulu sevişmekten gelir, insanlara tecavüz etmekten değil. Kasıtlı olarak diğer insanların zihinlerinde, çabalarında ve bedenlerinde bir asalak olmak, yani kendini kasten insandan aşağı bir yaratık durumuna düşürmek, bir insanın gösterebileceği en fedakârca davranıştır. Yırtıcıların bu gerçeği görmezden gelmeyi veya inkâr etmeyi seçmeleri onları bu gerçekten muaf tutmaz. Nasıl ki dünya, aksini iddia edenlerin fikirlerinden bağımsız olarak güneşin etrafında dönüyorsa; insan da aksini iddia edenlerin düşüncelerinden bağımsız olarak başkalarını feda ederek mutluluğa ulaşamaz.
Yırtıcı insanların başkalarını feda ederek mutluluğa ulaşabileceklerine dair iddiaları tam olarak budur: iddia. Bulgulara dayanmazlar (bir suçlunun sahte gülümsemesi ve çaldığı para onun mutluluğunun ispatı değildir). Hiçbir şeyi kanıtlamazlar (ispat, kanıt temelinde rasyonel çıkarımdır). Üstelik bu tür iddialar mutluluğun, rasyonel düşünce, üretken başarılar, gerçek (kazanılmış) özsaygı ve kişinin ahlaki değerlerinden emin olduğunda duyduğu tatmin gibi gereksinimleri olduğu gerçeğiyle açıkça çelişir.
Bununla birlikte, nihayetinde rasyonel bir toplumda yırtıcı insanların bahaneleri ve iddiaları iyi insanları pek de ilgilendirmez. Bu yazınının siyaset ile ilgili bölümünde de anlatacağım gibi; rasyonel bir toplum bu tür yaratıklarla uygun şekilde başa çıkmak için etkin bir araca sahiptir.
Son olarak, hedonizm ahlakına gelince, bir kişinin bir şeyden zevk alması ya da canının bir şey yapmak istemesi, o şeyi yapmasının onun yararına olacağı anlamına gelmez. Bu nedenle rasyonel ebeveynler çocuklarını harekete geçmeden önce düşünmeye, seçimlerinin o anın ötesinde sonuçları olduğunu kabul etmeye, insan yaşamının ve mutluluğunun uzun vadeli gereksinimlerini öğrenmeye ve benimsemeye teşvik eder. Rasyonel yetişkinlerin her dürtü ve arzusuna göre hareket etmemesinin ve yine aylakların ve uyuşturucu bağımlılarının mutlu insanlar olmamasının nedeni de budur.
Gerçek mutluluk; bireyin kendi doğasına uygun hayatın uzun vadeli maddi ve manevi gereksinimlerini tanımlamasından ve bu gereksinimlere göre hareket etmesinden gelir. Bu son derece karmaşık ihtiyaçları anlamada ve gerçekleştirmede rehberlik için egoizm bütün bir rasyonel açıklamalar ve ilkeler sistemi sağlarken, hedonizm ise şöyle der: Doğanıza veya ihtiyaçlarınıza dikkat etmeyin; size ne zevk veriyorsa onu yapın, içinizden ne geliyorsa onu yapın. Başka bir deyişle hedonizm, kişisel çıkar kisvesi altında kendi kendini yok etmeyi öğütler.
Her şey standartlara bağlıdır. Altruizme göre değer standardı fedakârlıktır. Bir yırtıcıya göre değer standardı onun hevesidir. Hedonizme göre değer standardı zevk veya duygulardır. Objektivizm ve rasyonel egoizme göre değer standardı insan hayatının gereklilikleridir.
İnsan hayatını standart alırsak her birey kendi hayatını, kendi iyiliği için yaşamalıdır. Akılcı düşünmeli ve harika bir kariyer, tutkulu bir romantik ilişki, eğlenceli etkinlikler, harika dostluklar, rasyonel bir kültür ve tüm bunları gerçekleştirme haklarını koruyan bir sosyal sistem gibi kendi hayatını geliştiren hedeflerin peşinden gitmelidir.
İnsan hayatı diğer insanları feda etmeyi gerektirmez. İnsanlar akıllarından, değerlerinden, hayatlarından vazgeçmeden yaşayabilirler; insanlar birbirlerini öldürmeden, saldırmadan veya dolandırmadan yaşayabilirler. Bireyin fedakâr olması da insan yaşamını veya mutluluğunu teşvik edemez; sadece acıya ve ölüme yol açabilir. İnsanlar eğer yaşamak ve mutlu olmak istiyorlarsa ne kendilerini ne de başkalarını feda etmeleri gerekmez; bunun yerine hayata hizmet eden değerlerin peşinden gitmeli ve başkalarının da aynı şeyi yapma haklarına saygı göstermelidirler. Bu, rasyonel egoizmin temel ilkesidir ve uygun bir sosyal sistemin ahlaki temelidir.
Doğru Dürüst bir Sosyal Sistem
Politik düzlemde yaşamı yücelten eylemlerde bulunabilmek için, Objektivizme göre birey temel yaşam aracı olan rasyonel çıkarımlarına göre hareket etmekte özgür olmalıdır. Onu bunu yapmaktan alıkoyacak tek şey diğer insanlardır ve onu durdurmanın tek yolu fiziksel güç kullanmaktır. Bu nedenle bir toplumda birlikte barış içinde (barbarlar olarak değil, medeni varlıklar olarak birlikte) yaşamak için insanların birbirlerine karşı fiziksel güç kullanmaktan kaçınmaları gerekir. Bu gerçek egoizm ilkesinin siyasete uygulanmış hali olan bireysel haklar ilkesini ortaya çıkarır.
Bireysel haklar ilkesi her insanın ahlaki olarak kendi içinde bir amaç olduğunun, başkalarının amaçlarına araç olmadığı gerçeğinin kabul edilmesidir; bu nedenle bireyler başkalarının aynı hakkını ihlal etmediği sürece kendi iyiliği için kendi kararına göre hareket etme konusunda ahlaki olarak özgür bırakılmalıdır. Bu ilke kişisel görüş, toplumsal uzlaşma veya “ilahi vahiy” meselesi değildir, sosyal bir bağlamda insan yaşamının olgusal gereksinimleri meselesidir.
Ahlaki bir toplum, yani medeni bir toplum, insanlara karşı fiziksel güç kullanılmasının yasalarca yasaklandığı bir toplumdur. Fiziksel güç kullanımının tutarlı ve ilkesel olarak tam anlamıyla yasaklandığı tek toplumsal sistem ise saf laissez-faire kapitalizmidir.
Yaygın yanlış kanının aksine, kapitalizm yalnızca ekonomik bir sistem değildir. Mülkiyet hakları da dâhil olmak üzere kesinlikle sınırlı bir hükümet tarafından korunan bireysel hakların sosyal sistemidir. Laissez-faire bir toplumda insanlar birbirleriyle anlaşma ve alışverişlerini sadece gönüllü şartlarla ve zorlama olmadan yapabilirler. Başkalarından mal veya hizmet almak isterlerse karşılıklı yarar için değer karşılığında değerlerin takasını teklif edebilirler, fiziksel güç kullanarak başkalarından herhangi bir değer elde edemezler. İnsanlar kendi muhakemelerine göre hareket etme ve böylece kendi mallarını uygun gördükleri şekilde üretme, muhafaza etme, kullanma ve elden çıkarma konusunda tamamen özgürdürler. “Özgür” olmadıkları tek konu başkalarının haklarını ihlal etmektir. Kapitalist bir toplumda bireysel haklar, devlet dahil hiçbir güç tarafından yasal olarak ihlal edilemez.
Böyle bir sistemde hükümetin tek amacı polis (yerli suçlularla uğraşmak), ordu (yabancı saldırganlarla uğraşmak) ve mahkemeler (anlaşmazlıklarda hüküm vermek) aracılığıyla vatandaşlarının bireysel haklarını korumaktır. Devlet güç kullanma tekeline sahip olsa da bu gücü yalnızca vatandaşların haklarını korumak için misilleme amacıyla ve yalnızca onu kullanmaya başlayanlara karşı kullanılabilir.
Bu sistemde devletin masum insanların mülküne el koyması (Kamulaştırma vb.), serveti zorla yeniden dağıtması (Sosyal yardımlar vb.), özel sözleşmelerin şartlarını dikte etmesi (Asgari ücret ve anti tröst yasaları vb.), ifade özgürlüğü kısıtlamalar getirilmesi (Kampanya finansmanı “reformu” vb.), anneliği zorunlu kılmak (Kürtaj karşıtı yasalar vb.), bilimsel ilerlemeyi engellemek (Embriyonik kök hücre araştırmalarının yasaklanması vb.), vatandaşları dini organizasyonları finanse etmeye zorlamak (Dini yatırımlar vb.) ve “topluluğa” veya “ulusa” hizmeti zorunlu kılmak (Zorunlu “gönüllülük” programları vb.) yasaktır. Aynı zamanda devletin cinayet, saldırı, tecavüz, çocuk istismarı, dolandırıcılık, gasp, telif hakkı ihlali, iftira ve benzerlerine karşı yasaları uygulaması gerekmektedir. Ayrıca devletin vatandaşlarına veya çıkarlarına karşı saldıran veya şiddet uygulamakla tehdit eden yabancı saldırganları da ortadan kaldırması gerekir.
Kapitalizm (Amerika Birleşik Devletleri’nin günümüzdeki melez sistemi değil, gerçek kapitalizm) devlet de dahil olmak üzere kimsenin bireylerin can ve mallarına zarar veremediği tek sosyal sistemdir. Sarsılmaz bir ilke olarak bireysel haklara saygı duyan ve koruyan tek sistemdir. Başka bir deyişle kapitalizm insan yaşamının gereksinimlerini toplumsal bağlamda kurumsallaştıran tek sistemdir. Dünyadaki başka hiçbir sosyal sistem bunu yapmaz. Dolayısıyla eğer insan hayatı ahlaki değerin standardı ise, kapitalizm tek ahlaki sosyal sistemdir.
Laissez-faire kapitalizmini savunurken Objektivizm, muhafazakâr politikalara -Amerika’da Cumhuriyetçi Parti’nin, bizim “kardeşlerimizin koruyucuları” olduğumuz ve bu nedenle fedakârca başka insanlara hizmet etmemiz gerektiği fikri gibi- karşı çıkar. Örneğin; başarılı iş adamlarının “küçük adam” için “en azından bir dereceye kadar” düzenlenmesi yani aslında zorlamanın gerektiği fikri (sanki sözde küçük adam kendi rasyonel düşüncesiyle hayatta başarılı olamıyormuş gibi); devlet okullarındaki öğrencilere Yaratılıçılık Teorisi aşılanması veya dua etmesi gerektiği fikri; erkekler, kadınlar ve çocuklar başka türlü tedavi edilebilecek ıstırap verici hastalıklardan mustaripken bilim adamlarının embriyonik kök hücre araştırmalarına girmesinin yasaklanması gerektiği fikri (“Tanrıyı oynamamalıyız”) ve bu tür hastalıklardan mustarip olanlar umutsuzca ölmek istediklerinde yani ötanazi talep ettiklerinde “yaşamaya” zorlanmaları (“Tanrıyı oynamamalıyız”); eşcinsellerin seks zevkini yaşamalarının yasaklanması gerektiği fikri (“Tanrı onaylamaz”); ve Amerika’nın büyük düşmanlarını bencilce ve hızla yok etmektense Amerikan ordusunun “barbarlara” fedakârca demokrasi bir yana (yani sınırsız çoğunluk yönetimi) “özgürlüğü” (“Tanrı’nın insanlığa armağanı”) götürmesi gerektiği fikri (“Düşmanlarınızı sevin”).
Objektivizm, sözde liberalizm siyasetine de aynı şekilde karşı çıkar. Örneğin; insanların mal veya hizmetleri almaya “hakları” olduğu (ki bu açıkça birinin bunları sağlamaya zorlanmasını gerektirir); devlet kurumlarının, özel işletmelerin ve okulların “olumlu eylem” ve “çeşitlilik eğitimi” gibi ırkçı politikaları uygulamaları gerektiği fikri; devlet okullarındaki öğrencilerin “çok kültürlülük” olarak bilinen görelilik veya “çevrecilik” olarak bilinen din ile aşılanması gerektiği fikri; insanların onaylamadıkları fikirleri veya sanatı finanse etmeye zorlanmaları (“kamu” radyosu veya “kamu” hibeleri yoluyla); ve Amerika’nın, Amerikalıların katledilmesinden sorumlu rejimlere “müdahale etme” veya “Batılı değerleri dayatma” (yok etme şöyle dursun) hakkı olmadığı fikri.
Son olarak Objektivizm, özgürlüğün dayandığı ahlaki ve felsefi temelleri açıkça görmezden gelir ve inkâr ederken “özgürlüğü” savunduğunu iddia eden anti-entelektüel hareket Liberteryenizme de kesinlikle karşı çıkar. Özgürlük, “Gerçekliğin doğası nedir?”, “İnsanın bilgi yolu nedir?”, “İyinin doğası nedir?”, “Haklar nelerdir ve nereden gelirler?” gibi sorulara verilen yanıtlar olmadan savunulabilmek şöyle dursun, tanımlanamaz bile. Liberteryenlerin yaptığı gibi, “saldırmazlık prensibinin” bir “aksiyom” olduğunu veya özgürlüğün herhangi bir eski felsefi temelde savunulabileceğini söylemek (ister Hıristiyan ister Yahudi, Müslüman, Budist, ateist, altruist, egoist olsun, ister Sübjektivist, rölativist, postmodernist ya da hiçbir temele dayanmaksızın) tamamen saçmadır. (Bu, kendine liberteryen diyen herkesin anti-entelektüel olduğu anlamına gelmez. Kastettiğim özgürlüğün entelektüel temellerini göz ardı ederek veya inkâr ederek özgürlüğü savunmamın akılcı olmadığını söylemektir.)
Muhafazakarlığın, “liberalizmin” ve liberteryenizmin aksine, özgürlük siyaseti gerçekliğin temel doğasına dayanan egoizm etiğine (yani mantık felsefesine), şeylerin (insanlar dahil) oldukları gibi var olduğuna ve ancak kimliklerine göre hareket edebileceklerine (ve yaşayabileceklerine) dayanır. Özgürlük siyaseti kişisel çıkar siyasetidir; kendini feda etme etiğiyle, mantıksızlık, gerçek dışılık ya da “doğaüstülük” felsefesiyle ya da başka bir felsefeyle savunulamaz.
Objektivistler muhafazakâr değil, Rand’ın dediği gibi “Radikal Kapitalistler”lerdir (Yani özgürlüğün kökünün veya temelinin savunucuları). Objektivistler “liberal” değil, mutlak özgürlükçüdürler. Objektivistler liberteryen değil, kökten özgürlükçüdürler. Bunun nedeni, Objektivistlerin mantık açısından radikal olmalarıdır ve bunun da temeli şudur: gerçeklik.
Şimdi Objektivizme göre etik ve politika gibi, rasyonel, nesnel bir temele dayanan ve yaşamı teşvik eden belirli bir amaca hizmet eden sanata dönelim.
Sanatın Doğası ve Değeri
Objektivizm sanatın insan yaşamının ve mutluluğunun bir gereği olduğunu savunur. Sanat bir sanatçının evrenin doğası, insanın doğası, neyin bilinebilir, neyin en önemli olduğu, neyin mümkün olduğu konusundaki görüşleri gibi en derin, en temel inançlarına göre gerçekliğin seçici bir yeniden yaratılmasıdır. Sanatın amacı bu tür derin soyutlamalara fiziksel bir biçim vermek, onları somut ve gözlemlenebilir kılmak ve böylece insanlara belirli bir fikrin veya dünya görüşünün algısal bir temsilini sağlamaktır. Bu, insanların fikri fiziksel bir gerçeklik olarak incelemelerini ve böylece pratikte ne anlama geldiğini daha iyi anlamalarını sağlar. Bu şekilde sanat kişinin hedeflerine ulaşması ve yaşaması için manevi rehberlik ve yakıt sağlar. İster insan için mümkün olan beceri ve zarafeti betimleyen bir balerin heykeli, ister büyük sanayiciler hakkında insan için mümkün olan üretken başarıyı gösteren bir roman olsun, ister dünyayı insanın araştırmasına ve zevkine açık olarak betimleyen bir kır manzarası ya da dünyayı istikrarsız ve insan için elverişsiz olarak betimleyen kasvetli, psikedelik bir bilardo salonu. Sanat son derece soyut inançları algısal düzeye taşır.
Dünyadaki her şey gibi sanat da belirli bir şeydir; dolayısıyla hem bilinebilir hem de tanımlanabilir. Ve insan yapımı her şey gibi yeryüzündeki insan yaşamının gereksinimlerinin standartlarına göre iyi ya da kötü olarak doğru bir şekilde yargılanabilir.
Bu nedenle Objektivizm, sanatın kendi kendini ilan eden veya “başarılı” olduğu iddia edilen herhangi bir sanatçının birbirine gelişigüzel birleştirdiği veya bir galeriye yerleştirdiği her şey olduğu fikrini reddeder. Ne bir tuval üzerine rastgele sıçramış boya, ne bir tabureye “akıllıca” bağlanmış bir bisiklet tekerleği, ne de bir sayfaya özenle basılmış bir kelime salatası sanattır. Böyle şeyler “kötü” sanat değildir, sanat değillerdir. Sanat irrasyonel dürtülerin duygusal olarak püskürtülmesi değil, gerçekliğin seçici bir şekilde yeniden yaratılmasıdır. İnsan gerçeği ancak akıl yoluyla kavradığından, sanatın yaratılması bu yetinin yoğun bir şekilde kullanılmasını gerektirir; düşünce, konsantrasyon, zihinsel bağlantılar ve son derece soyut kavram ve değerlerin algısal gerçekliğin malzemesine dönüştürülmesini gerektirir. Sanat bir soytarılık bölgesi değil, bu dehanın alanıdır ve bu şekilde tanınmalı ve korunmalıdır.
Objektivizm ayrıca sanatın kapsamı içinde, belirli eserleri diğerlerinden daha iyi olarak değerlendirmek için hiçbir nesnel kriterin bulunmadığı fikrini de reddeder. Her meşru değer gibi bir sanat eseri de (Resim, heykel, roman, film ya da senfoni) tam da rasyonel bir varlığın yaşamının bazı gereksinimlerine hizmet ettiği ölçüde bir değerdir. Gerçek sanat yelpazesinde farklı zevklere bolca yer olmasına rağmen, bu aralık içinde nesnel olarak (Rasyonellik standartlarına ve insanın manevi gereksinimlerine göre) daha iyi ve daha kötü sanat eserleri de vardır.
Örneğin insanın doğasının özü özgür iradeye sahip olduğu için en iyi sanat (Romantik sanat) bu gerçeği yansıtır; insanı yaşamının kontrolünü elinde tutan, dünyasını değerlerine göre yeniden şekillendirmeye muktedir, kendini yaratmış bir ruh olarak tasvir eder. Burada örnek olması açısından, bir sanat eserinin belirli bir yönünü ayıralım: konusu. Diğer her şey eşit olduğunda (stil, kompozisyon, teknik vb.), batan bir geminin güvertesinde dehşet içinde çığlık atan çirkin bir kadının resmi bir şey söylüyor; güzel bir kadının rüzgârlı bir günde katamaranı ustaca kullandığı bir tablo başka bir şey söylüyor. Nesnel olarak konuşursak bu tür iki resmin değeri “eşit” değildir; sanatın amacına “eşit olarak” hizmet etmezler ve rasyonel insanlar tarafından “eşit olarak” beğenilmezler.
İyi sanat, insan yaşamının ve mutluluğunun bağlı olduğu her şey gibi rasyonel düşüncenin ve yaratıcı çabanın bir ürünüdür. Bu, kapitalizmi ve onun dayandığı tüm akıl felsefesini benimsemek ve savunmak için başka bir nedendir. Rasyonel, kapitalist bir toplumda sanatçılar uygun gördükleri şekilde düşünmek ve yaratmakta tamamen özgürdürler; hiçbir şey önlerinde durmaz, ifade özgürlüğü hakkı mutlak olarak kabul edilmektedir. Böyle bir toplumda yol gösterici toplumsal ilke ticaret olduğu için ve sanat “kamu” tarafından finanse edilmediğinden, rasyonel insanların değer verdiği eserler üreten sanatçılar gelişme eğilimindedir; akılcı insanların değer vermediği işler üretenler başka meslekler bulmaya meyillidir.
Özetle Objektivizmin temel ilkeleri şunlardır: Gerçeklik mutlaktır, akıl insanın tek bilgi aracıdır, insanın özgür iradesi vardır (düşünme ya da düşünmeme seçimi), kişisel çıkar ahlakidir, bireysel haklar mutlaktır, kapitalizm ahlakidir ve iyi sanat iyi yaşam için çok önemlidir.
Rand’ın kurgusal eserlerinde bu ilkelerin kökenini görmek için Hayatın Kaynağı ve Atlas Silkindi’yi okuyun. Objektivizm ilkelerinin kitap uzunluğundaki kurgusal olmayan bir sunumu için, Leonard Peikoff’un Objektivizm: Ayn Rand’ın Felsefesi‘ne bakın. Bu ilkelerin günün kültürel ve politik meselelerine nasıl uygulanabileceğini görmek için önde gelen kaynak olan The Objective Standard‘a abone olun.